MODERN GÜÇLÜ YALNIZLAR

Çağımız hastalığı güç belası. Veba gibi yayıldı sanki. Herkes bireyselleşti, yalnızlaştı güçlü görünen kimlik rollerine büründü.
Hele de ‘Bekar Anneler’ bu tanımı ilk kez Tom Cruise ‘un bir filminde duymuştum, hoşuma gitmişti. Belki içselleştirdiğimden, bu tanımlamayı kendi rolümle pekiştirdiğimdendir.
Güçlü olmak istemek mi? Olmak zorunda kalmak mı? Her insan kendine layık hayatı kendi seçer tanımını düşündüğümüzde; güçlü olmayı tercih ettiğimiz çıkıyor ortaya. Bu tercihi biraz tartmak gerek bence. Biraz günlük gerçeklerden bahsetmek istiyorum.

Sabah 7 de kalktım. Gece ise geç uyumuştum. Doğum günü partisini yapmıştı kızım 20 arkadaşıyla birlikte. Kızımın okulunun ilk günüydü. 4+4+4 kurbanlarından, 4. Sınıfa başlayacak. Kahvaltısını hazırladım, anne yüreğiyle sevgi ve şefkat kattım katığına, sarıldım öptüm emdim kaygısını heyecanını, gururluydum. 10 yaşına getirmiştim göz bebeğimi. Kahvaltı sonrası hazırlıklar ben iş için, o da okul için, sonra okul yolu. Önce anne, sonra şöfor, sonra veli rollerimi hakkıyla yerine getirip kızımı sınıfına teslim edip, işime gitmek üzere yola koyuldum. Önce ofisin eksikleri için alışveriş, sonra kitap vb. alınacakların temini sonra servise kayıt yaptırmalar. Nihayet iş yerine vardım. İlk danışanımı aldım. Sonra karşı yakadaki iş toplantısına yetişmek için koşturmaca ve trafikle mücadele başladı. Bu arada kulaklığımı takar takmaz telefonlar çalmaya başladı. Hastalar, arkadaşlar, aile ve akrabalar derken 5 görüşme sonunda nasıl geldiğimi anlayamadan varmıştım gelmem gereken yere. Toplantı 2 saat sürdü. Bir arkadaşım iş diğeri de eleman arıyordu onları buluşturmuştum, bu süreçte 5 kez çalan telefonuma cevap verip randevuları ayarladım. Tekrar işe dönüp, aç susuz diğer danışanı aldım. Bu durumlarda kayısı kurusu kurtarıcı yanında da 1 bardak su. Seans biter bitmez kızımın okuluna koşturup ona yetişmeye çalıştım. Onu alıp eve vardım. Hemen yemeğini hazırladım. Sohbet edip okulunun nasıl geçtiğini öğrendim. Ona bu akşamda yalnız kalmak zorunda olduğunu maalesef yardımcıyı hala bulamadığımı söyleyip, haklı mızıltısını dinledim. Bir kez daha yetersizlik duygusunu hissettim. Kendimi affettirmek için sevdiği yemeği de o arada hazırlayıp akşam yemesi için talimat verdim. Hiç samimi olmadığım hatta sosyokültürel yapımızın tamamen zıt olduğunu düşündüğüm komşuma gidip, biraz çekingen biraz da mahçup bu akşam kızıma göz kulak olup olmayacaklarını sordum. Olur cevabını alıp kısmen rahatladım ve işe tekrar döndüm. 4 adet banka ödemesi yapıp muhasebeci ve asistan rollerimi de bitirince, Bu haftaki randevularımı, sosyal sorumluluk projelerimle ilgili zaman ayarlamalarını bitirdim, derken kahvemi yudumlayamadan diğer danışanım geldi. Güzel bir seansın ardından 5 cevapsız çağrı ve cevap bekleyen 4 mesaja döndükten sonra diğer seansı aldım. Bu seansı da bitirdiğimde akşamın 8:30 u idi. Bu arada 4 tane maile cevap yazıp, facebooktaki mesajlarımı da ihmal etmedim hatta twitterdan arkadaşıma laf bile attım. Ayrıca 2 tane yardımcı bayan görüşmesi yaptım. Sinirden kururdum. İş arıyor hem de yatılı, Beyazıttan Ataşehire gelmek istemiyormuş uzakmış. Bu nasıl bir düşünce yüce tanrım!! Nasıl yaratıyorsun kullarını. Kadın yatılı çalışacak git geli yok, bir seferlik sırf görüşme için Beyazıttan Atasehire gelecek diye, uzak diyor mesafe ve red ediyor.
Dayanamadım bıraktım kendimi. Çaresizdim. Ağladım ama ağlayamadım da çünkü vaktim yoktu,sadece 1 dakika verdim kendime. Kızımı komşudan bir an önce alıp akşam yemeğini yedirip uyutmalıydım. Ben de sosyal sorumluluk projelerimden biri olan özel birüniversitede vereceğim bir konferansı hazırlamalıydım.
Eve vardım dediklerimi yaptım üstüne birde banyolar ve yarınki hazırlıklar yemek faslı vb. Neyse uyudu prenses, ben ise çalışmaya devam. Gün bitmedi ki henüz.
Tüm bu yazdıklarım standart öylesine bir günüm  Ha bu arada uyumadan bir arkadaşım için söz verdiğim hastane satın alma işlemlerini halledip, diğer bir arkadaşıma da söz verdiğim kurumsal destek projesini halletmek için araştırmalarımı tamamlamalıyım. Ha bir de akrabamın biri için uygun doktor, bir diğeri için uygun öğretmen işini halletmeliyim. Öğretmen demişken kızımın etüt hocasını ve saatlerini kızımın ders programına göre ayarladım bugün. Ha bir de kimsesi olmayan bir tanıdığıma iki gündür ulaşamadığım için tedirginim tekrar arayacağım, gerekirse evine gidip kontrol edeceğim bu akşam.
Bu arada bugün Allahtan pazartesi. Salı olsa bir partinin kadın kollarına destek vermeye gitmeliydim. Perşembe olsa dansı da katmalıydım günüme. Cuma olsa arkadaşlarla eğlenme sosyalleşme akşamı, Cumartesi olsa Fotoğraf eğitimini sıkıştırmalıydım yoğun günüme. Pazar olsa anne-kız günü ve akraba ziyaretli…
Yani anlayacağınız pazartesi boş günümdü…
Hala isyan etmiyorum…
Kime? Neye? Ve ne için?
Babasız büyüttüğüm için biyolojik babaya mı isyan edeceğim? Hayır. Kızımı ben istedim, benim tercihimdi. Yalnız anne olmayı ben seçtim. Maddi manevi her şeyini ben üstlendim. Senede sadece 10 gün babasını görebilse de, o kadar pozitif ve mutlu bir çocuk yetiştirmişim ki, benim bu yaşta edindiğim arkadaşlarımın iki katı onun dostları var.
Anneme babama yada kardeşlerime mi gönül koysam, ihtiyacım olduğunda yoklar diye. Hayır. Hepsinin geçerli bir hayatı kendilerince haklı gerekçeleri var elbette. Ayrıca hayatımın hiçbir evresinde anne babamdan bir beklentim olmadı, onlarla ya da kardeşlerimle hiçbir derdimi paylaşmadım.
Kadere mi isyan etsem? Yok be hiç tarzım değil. Acizlik gibi gelmiştir, bahtına kızan tiplerin halleri.
Ne yapıyorum biliyor musunuz?
Güzel bir müzik koyup, elime bir fincan yeşilçay yada bazen bir kadeh şarap alıp çekiliyorum kendi köşeme. Seyreyliyorum tüm ışığı yanan evleri, düşünüyorum her evin kendi hikayesini. Sonra çeviriyorum başımı gökyüzüne, görebildiğim kadarıyla izlemeye koyuluyorum yıldızları ve ayı…
Sonra garip bir hüzünle beraber huzur kaplıyor içimi.
Evet muhtaç değilim kimseye hem de hiç kimseye. Güçlüyüm hem de olmaması gerektiği kadar güçlü, öylesine güçlü ki hiçbir karşı cins cesaret edemiyor bana yaklaşmaya… O yüzden hep yalnız yıldız olarak kalmaya ama parlamaya devam ediyorum bu evrende…
Yalnız ama huzurlu, bekliyorum… Tutkuyla yaşamaya çalışıyorum hayatı. Paylaşmadan belki özel biriyle ama dostlarla geçiyor hayatım. Ve vazgeçemediğim hobilerimle.
Dans mesela vazgeçemediğim tutkum;
Kimisi hayatta dans edemez, kimisi dansla hayat bulur. Kimisi hayatla dans eder, kimisi dansı hayata uydurur.
Ya resim tutkum; sabahlara kadar bir tuval bir iki fırça ve onlarca renk. Huzurun resmini yapıyorum sanki her tablomda.
Ya Fotoğraf;
Yılan fobimle bile yüzleştim, fotoğraf çekme arzusu ile kendimi dağlara vurduğumda…
Ya sahildeki Pazar koşuları; enerjim tükendikçe, seratonin hormonunun vücuduma yayıldığını hissetmek…Vazgeçilmez kılıyor bu alışkanlığı.
Ya kitabımı alıp, yosun kokan bir cafe de, kulağımda yavaştan bir melodi eşliğinde kahvemi yudumlarken kitaba gömülmek…
Yada taksimin orta yerinde insan denizi içinde kaybolurken, yüzdeki saklı hikayeleri çözmeye çalışmak…
Ya da Cumhuriyet Meyhanesinde dostlarla rakı balık yaparken maziden konuşmak, kah dertleşmek kah gülmek kah şarkı söylemek…
Ya da yada yada… o kadar çok ki kaynaklar aslında, yoksa nasıl dayanır insan bu TEMPOYA.
Güç belası dostlar, veba aslında….


Uzm.Psk.Dilek KILIÇ

Hiç yorum yok: