Sancı fiziksel
bir acıdır. Doğum sancısı, kemik kırılmasının 10larca katı bir acıdır. Şiddetli
geçen regl sancıları, böbrek sancıları, diş ağrıları...
Hayatımız boyunca
çok canımız yanmıştır. Bunlar arasında en hatırda kalanı nedense aşk acısıdır. Çünkü burada sancıyan şey ruhumuzdur. Fiziksel acılar geçtiğinde, vücut normal işleyişine devam eder, kolay
unutur yaşadığı sancıları.
Ruhumuzda
yaşadığımız sancılar, kazınır hafızalarımıza kılıç yarası gibi iz bırakır her
biri. O kadar derindir ki bu izler, cesaretimizi bütünüyle kırar korkak yapar
bizi. Hatta kendimize güvenimizi
sıfırlar. Karakterimizi değiştirir.
Biz artık eski biz olmaktan çıkar, yepyeni biri oluruz. Bu yeni biri
herzaman daha bilge, daha temkinli, daha korkaktır. Ne yapsın zor yoldan
öğrenmiştir tecrübeyi.
Bu tecübeli yeni
biz, az yanılır diye düşünürüz. İşte en büyük yanılgı burada başlar. Malesef bu
yeni biz , ruh sancısının tadına bakmıştır ve kurtuluşu yoktur artık. Mazoşist gibi sürekli bu acıyı ruhunda
ister olur. Her seferinde ölüme en yakın mesafede hissetse de kendini
kurtaramaz artık bu bağımlılıktan.
Kalp sürekli
olmazlara gitmek ister. En olmazlara aşık olmaya çalışır ki en yoğun ruh
acısını tekrar tadabilsin. Elbette bunu bilinçle yapmaz, garip bir güdünün
esareti altında devam eder hayata ve hatalara...
Nerede ruh
sancısı fazla ise, orada alır soluğu... İnsanoğlunun en anlaşılmaz yanıdır ruh
acısı bağımlılığı...
Çaresi var mıdır?
Çareyi arayan var mıdır?
Sancı çekerken
tövbe eder, çare ararız da, bitiminde aynen devam.
Bu bağımlılık,
yaşadığımız anı çektiğimiz acıyla ölümsüzleştiriyor. Böylece anı yaşamak
farkındalığı benliğimize çakılıyor.
Ne acıdır ki;
ölüme en yakın anlar, yaşamımızdaki en kıymetli zamanlar oluyorlar... Ve hep
bittiğinde farkediliyorlar...
Uzm. Psk. Dilek Kılıç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder